Home / Haber / Açlık

Açlık


Açlık ve Merhamet

Tahta evin zemininde gezen farenin ayak tırnaklarının çıkardığı her bir ses…
Aman Allah’ım içimi dayanılmaz derecede gıcıklıyordu. Bir kaşıntı değil ızdırap verici bir sesti bu. Açıkmış karnından ağzına doğru varan o ciyak ciyak inleme sesini andıran iniltinin de eklenmesi ile izdirabim iki katı arttı. O an kendi açlığımi unutmuş, farenin ne kadar aç kalmış olabileceğini düşünmüştüm. Fareden çıkan ses beni bu düşünceye etmişti. Oysa üç gündür boğazımdan bir bugday tanesinin bile gecmemiş olması kadar mühim değildi; farenin açlıktan inlemesi durumu. Kendi mide kazıntımın sancılı bir baş ağrısına, yanında bir de baş dönmesine yattığım yerden kalkamaz oluşumla fareye acımam aynı anda bitti.
Merhametim sınırlarını zorluyordu. Açlığımın zirve yaptığı şu anlarda bile ben hala benden daha tok bir fareyi düşünüyordum. Onun açlıktan inleyişi benim vicdanımın sesi gibiydi. Ben böyle düşünceler içinde kendi gölümde boğulurken tahta kapının tıkırtı sesini duydum. Tırnak sesini duymak ile beraber kapıyı tıklatan kişinin kadın olduğunu anlamam bir oldu. Seslendi kapı aralığından:
“Haşim Bey, ben komşunuz Gülizar. Peynir yapmıştım. Birkaç dilim de size getirdim.”
Peynir mi? Aman Allah’ım peynir. Kasabada birisi peynir yapmıştı. Gülizar Hanım’ı bilirim. Kasabada sadece onun ineği sağ kalmıstı. Diğer hayvanlar açlıktan kırılmıştı. Günlerce sesleri, açlık ile inlemeleri kulaklarımdan gitmemişti. Ah bu yaban açlık, bu yaban kıtlık da nasıl bulmuştu bizi. Her sene azalan yağmurun halinden de anlamamıştık. Kuruyup gitmişti gözümüzün önünden yemyeşil doğa. Çağlayan nehir kuruyup gitmişti. Sararıp solmuştu güzelim yemyeşil çayırlar. Tek bir meyve dahi vermemişti ağaç dalları. Buğday başakları kavrulup gitmişti. Ekmeğimiz pişmez olmuştu. Ben ise işsiz bir yetim ve öksüz olarak açlığı dibine kadar yaşıyordum. Birden kapı tıkırtısını yeniden duydum. Ağzımdan çıkan sesi bile anlayacak halim yoktu. Yine de seslenerek cevap verdim:
” Gülizar Hanım, peyniri kapının altına bırakıverin lütfen.” Dedim.
Ve son nefesimi verecek kadar yorgun olduğumu fark ettim. Farenin sesi inilti halinde azalmıştı. Ben ise bayılacak kadar yorgundum. Gülizar Hanım’ın sesini yine duydum:
“Haşim Bey bıraktım peyniri dediğiniz yere.”
Giden ayak seslerini duydum. Giderek azaldı ayak sesleri. Gülizar Hanım artık yoktu.
Teşekkür ederim demeye mecalim kalmamıştı. Ama o peynire ulaşmalıydım. O peynir bana güç verecekti biliyordum. Bir hareketle kendimi yataktan aşağıya ittim. Artık yerdeydim. Sağ kolumu öne atıp sol elimle bacaklarımı ön tarafa doğru çekmeye çalıştım. Otuzbeş yaşına kadar bacağımı taşıyamayacağım aklıma bile gelmezdi. Öyle ki açlık ile terbiye olacağım belki de öleceğim aklıma hiç gelmezdi. Böylece sürünerek kapının önüne gelmiştim. Elimi kapının kulbuna zorlukla uzattım. Güç bela açabildim kapıyı. Kapının önündeki üç dilim peyniri hemencecik alı verdim. Elime peyniri almam ile farenin hepsini kapması bir oldu. Onca zalimliği ile bana acımamış tüm peyniri yemişti. Ben ise açlık ile baş edememiş son nefesimi vermeye hazırlanıyordum. Gözlerime sis perdesi çekilmiş. Tüm dünyayı ve bütün ömrümü bir tülün ardından izliyordum. Herkes ile baş edip savaşan ben bir minik fareyle baş edememiş bir tıkım peynirimi ona teslim etmiştim. Hem de ona merhamet ederek. Bu merhametin karşılığı hayatıma mal olmuştu. Nefesimin son üflemelik halı ağzımda birikmişti. Bir oh sesi ile ben benden çoktan gitmiştim…

Cevap bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir