Her şeyin bir düzeni vardır. Biçim, sıradan görülen bir varlık değildir; özün kendini açığa vurma yoludur. İnsanın içinde, kozmoloji ilminde böyle ifade edilir: Evrenin biçiminde saklı olan özü okumak. Gökyüzünde görünen yıldız kümeleri bize yalnızca ışık saçmaz; onların her biri, varlığın büyük düzenine işaret eden yapı taşlarıdır.
Tıpkı kadim Yunan filozoflarının tabiatı yalnızca cansız bir madde olarak değil, canlı ve şuurlu bir varlık olarak tasvir etmeleri gibi… İslam filozofları da bu anlayışı tevhid ilkesiyle bütünleştirerek geliştirdiler. Farabi’nin erdemli şehir tasavvurunda toplumsal düzen, evrenin düzeninden ilham alır. İbn-i Sina ise aklın kozmozu çözmek üzere yaratıldığını, insanın düzeni kavrayarak hakikate ulaşabileceğini söyler. Onların ortak iddiası şuydu: Düzen varsa, onu kuran bir irade vardır.
İnsanın iç âlemi de böyledir. Eğer bir insanın içi dağınık, düşünceleri karışık, kalbi bulanıksa; o insan kendisini ne doğru ifade edebilir ne de sağlıklı kararlar verebilir. İç dünyasındaki kaos dış dünyasına da sirayet eder. Netlik, berraklık ve ölçülülük yoksa; düşünce dağılır, karar zayıflar.
İşte bu noktada toplum ele alınır. Toplum da aslında bir kozmoz gibidir. Her fert, bu büyük âlemde bir yıldız, bir gezegen gibidir. Düzen kaybolduğunda kaos başlar; adaletin olmadığı yerde nizam bozulur, nizamın bozulduğu yerde ise kaos derinleşir. Bu yalnızca toplumsal düzen için değil, dünya siyaseti için de geçerlidir. Bugün uluslararası ilişkilerde yaşanan istikrarsızlıklar, bir bakıma evrensel bir kozmoloji krizine işaret eder.
Tarih bize bunun sayısız örneğini sunar. Osmanlı Devleti, asırlar boyunca yalnızca siyasi bir güç değil, aynı zamanda bir düzen medeniyeti idi. “Nizam-ı Âlem” kavramı yalnızca bir devlet siyaseti değil, aynı zamanda bir kozmoloji anlayışıydı. Evrenin düzeni, toplumun düzeniyle birleşmeli; adalet gökten yere inmeliydi. Osmanlı’da adalet dairesi tıpkı gökyüzünde gezegenlerin yörüngesi gibi birbirine bağlıydı. Halk, devlet, ordu ve hükümdar arasındaki denge bozulmadığı müddetçe bu kozmik uyum devam ederdi. Ne zaman ki denge bozuldu, işte o zaman kaos kendini göstermeye başladı.
Bugün modern dünyada da benzer bir durumla karşı karşıyayız. Devletler kendi çıkarları uğruna yörüngelerinden saptıkça, tıpkı bir gezegenin rotasını kaybetmesi gibi bütün evrensel düzen sarsılıyor. Güç dengesinin kırıldığı yerde güvenlik krizi doğuyor; güvenliğin olmadığı yerde ise barış hayal oluyor. Bu, uluslararası düzenin aslında ne kadar hassas bir dengeye bağlı olduğunu gösteriyor. Kozmoloji bize evrenin kanunlarını hatırlatırken; siyaset de insana, kendi kurallarıyla o kanunlara yaklaşma sorumluluğunu yüklüyor.
Unutulmamalıdır ki kaos bir kader değil, bir tercihtir. İnsanlar kendi iç âlemlerinde, toplumlar kendi düzenlerinde, devletler kendi siyasetlerinde dengeyi kurabildikleri sürece kozmosun diliyle uyumlu kalırlar. Ne zaman ki uyum bozulur; işte o zaman gökyüzünde değil, yeryüzünde karanlık başlar.
Kozmoloji bize şunu fısıldar: Kaos kader değildir; evrenin dili düzendir. Yıldızlar her gece yerli yerinde duruyorsa, güneş her sabah doğuyorsa, ay her ay aynı seyrini sürdürüyorsa bu insana bir hakikat öğretir: Varlığın özü düzendir. İnsan kendi iç âleminde düzen kurduğunda, toplumu da siyaseti de dünyayı da düzene kavuşturur. Biçim yalnızca bir kabuk değil; özün özü, varlığın hakikate açılan kapısıdır.
Ayşenur TOKSÖZ
instagram: yazartksz
Bir Yorum
Günümüzde “Düzen” kurmak zorlaştı. Sizin kursanız bile çevresel etkiler var. Toplamda birbirine saygı kalmadı. 3. Sayfa haberlerinde alacak verecek için birbirini öldüren insanlar, uyuşturucu ve sanal kumarın yaygınlaşması…vs