Yalnızlık, insanlığın en eski duygularından biri olmasına rağmen, her dönemde yeni bir yüzle karşımıza çıkar. Edebiyat ise bu duygunun en derin, en çıplak hâlini yansıtan aynalardan biridir. Bir karakterin iç sesi, bir şairin dizesi, bir yazarın sessiz isyanı… Hepsi, aslında aynı duygunun farklı yankılarıdır: Yalnızlık.
Edebiyat tarihinde yalnızlık teması, hem bireysel hem toplumsal yönleriyle ele alınmıştır. 19. yüzyıl romanlarında bu tema, genellikle bireyin toplumdan kopuşu ve içsel çatışmaları üzerinden işlenir. Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar’ındaki kahraman, kendi zihninde boğulan bir yalnızdır. Kafka’nın Dönüşüm’ünde Gregor Samsa, fiziksel bir değişimin ardından insanlıktan dışlanarak yalnızlığın en somut hâlini yaşar. Bu karakterler, toplumla bağ kurmayı reddetmez; fakat kurmak istedikleri bağ, çoğu zaman görünmez duvarlara çarpar.
Türk edebiyatında da yalnızlık, özellikle modernleşme süreciyle birlikte derinleşmiştir. Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ındaki Selim Işık, bu duygunun en belirgin temsilcilerindendir. Toplumun kalıplarına sığamayan birey, kendi iç dünyasına çekilir ve orada bir anlam arayışına girer. Bu yalnızlık, sadece fiziksel bir uzaklık değil; aynı zamanda anlaşılmama korkusudur. Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam’ında da benzer bir ruh hâli görülür; C. karakteri, kalabalık bir şehirde varoluşunun anlamını ararken giderek içe kapanır.
Şiirde ise yalnızlık daha soyut, daha duygusal bir biçimde karşımıza çıkar. Cemal Süreya’nın “Yalnızlık paylaşılmaz” dizesi, bu hissin kaçınılmaz kaderini anlatır. Çünkü bazen insan, kalabalıkların ortasında bile kendi iç sesinden kaçamaz. Edip Cansever’in şiirlerinde de bu duygu sıkça yankılanır; insanın içsel boşluğu, kelimelerin sessizliğinde yankı bulur.
Yalnızlık, kimi zaman bir yük, kimi zaman bir özgürlük alanıdır. Bir yazar içinse, yaratım sürecinin vazgeçilmez yakıtıdır. Kalabalıklardan uzaklaşıp kendi içine dönen insan, en saf düşüncelerini, en dürüst duygularını orada bulur. Bu yüzden edebiyat, yalnızlığın diliyle konuşur; çünkü kelimeler bazen insandan daha iyi anlar insanı.
Sonuçta, yalnızlık ne tamamen kaçınılacak bir acı, ne de romantize edilecek bir huzurdur. O, insan olmanın sessiz eşlikçisidir. Edebiyat ise bu sessizliği kelimelere dönüştürerek bizi biraz daha anlamlı, biraz daha insan kılar. Ve belki de bu yüzden, her büyük eser biraz yalnızlıktan doğar.