Edebiyat denildiğinde akla genellikle büyük romanlar, unutulmaz şiirler ya da tiyatro eserleri gelir. Oysa edebiyatın en güçlü damarlarından biri, gündelik hayatın içinden süzülen günlükler ve mektuplardır. Bu iki tür, çoğu zaman “kişisel yazılar” olarak görülür, ama aslında hem bireysel hem de toplumsal hafızanın en samimi tanıklarıdır.
Bir günlüğü elinize aldığınızda, yazarın iç dünyasına doğrudan açılan bir pencereyle karşılaşırsınız. Kalem, kağıda aktarılan duyguları saklamaz; kimi zaman korkuları, kimi zaman umutları, kimi zaman da en basit gündelik ayrıntıları bize taşır. Örneğin Virginia Woolf’un günlükleri, yalnızca bir yazarın yaratım sürecini değil, aynı zamanda dönemin sosyal atmosferini de hissettirir.
Mektuplar ise edebiyatın belki de en canlı parçalarından biridir. Bir dostun satır aralarında gizlediği şaka, bir sevgilinin kırık kalpli cümleleri ya da bir sanatçının meslektaşına yazdığı fikirler, çoğu zaman kitaplarda bulamayacağımız kadar doğrudur. Yahya Kemal ile Ahmet Haşim’in mektuplaşmalarında sadece edebi tartışmaları değil, dönemin İstanbul’una dair küçük gözlemleri de buluruz.
Günlükler ve mektuplar, aynı zamanda yazın dünyasında büyük eserlerin ham maddesi gibidir. Bir romancının taslak fikirleri, bir şairin anlık ilhamları veya bir oyun yazarının gözlemleri önce bu satırlarda hayat bulur. Bu yönüyle, edebiyatın görünen zirvesini anlamak için önce bu sessiz kahramanlara bakmak gerekir.
Bir başka ilginç nokta, bu türlerin bize yalnızca yazarı değil, dönemin ruhunu da aktarmasıdır. Örneğin bir savaş döneminde yazılmış mektup, yalnızca iki kişinin duygusal bağını değil, aynı zamanda bir toplumun yaşadığı kaygıyı, korkuyu ve umudu taşır. Bu açıdan bakıldığında günlükler ve mektuplar, tarih ile edebiyatın buluştuğu kesişim noktasında durur.
Bugün sosyal medyanın kısa ve hızlı mesajlarla dolu dünyasında, uzun bir mektup yazmak ya da günlüğe sayfalarca duygularını dökmek artık nadir rastlanan bir alışkanlık. Ancak belki de tam da bu yüzden, eski mektupları ya da günlükleri okuduğumuzda onlarda bambaşka bir değer buluyoruz. Çünkü o satırlarda hız değil, samimiyet; yüzeysellik değil, derinlik vardır.
Sonuçta, edebiyat sadece romanlardan ya da şiirlerden ibaret değildir. Günlükler ve mektuplar, belki de en saf haliyle edebiyatın kalbini taşır. Okuyanı hem bireysel bir hikâyeye hem de evrensel bir deneyime davet eder.