Antik Mısır tarihinin tozlu sayfaları arasında, adını zamanla silmeye çalışanlara rağmen hâlâ yankılanan bir isim vardır: Hatşepsut. O, erkek egemen bir dünyada tahta çıkan ilk büyük kadın firavundu. Fakat onun hikâyesi, yalnızca gücün değil, aynı zamanda unutturulmak istenen bir ihtişamın da hikâyesidir.
M.Ö. 15. yüzyılda, XVIII. Hanedan döneminde doğan Hatşepsut, firavun I. Thutmose’un kızıydı. Tahta geçmesi geleneklere aykırıydı; çünkü Mısır’da firavunluk genellikle erkek varislere bırakılırdı. Ancak Hatşepsut, üvey oğlu III. Thutmose henüz çocukken iktidarı fiilen devraldı. Önceleri “naip kraliçe” olarak görev yaptı, fakat zamanla “Firavun Hatşepsut” unvanını resmen aldı. Bunu yaparken sadece kraliyet sembollerini değil, erkeklerin giydiği firavun kıyafetlerini bile benimsedi. Bu, onun gücünü sorgulatmamak için bilinçli bir tercihti.
Hatşepsut’un döneminde Mısır, savaşlardan çok ticaret ve kültürle büyüdü. Özellikle Punt seferi olarak bilinen ticaret yolculuğu, onun vizyonunun en büyük göstergesiydi. Bugünkü Somali kıyılarına yapılan bu sefer, Mısır’a altın, fildişi, egzotik ağaçlar ve nadir kokular kazandırdı. Ekonomik refah, barışın ve sanatın gelişmesine olanak tanıdı. Teb’de inşa ettirdiği Deir el-Bahari Tapınağı, bugün hâlâ mimari bir başyapıt olarak ayakta duruyor. Bu tapınak, onun hem tanrılara hem de halkına bıraktığı en büyük mirastı.
Ne var ki Hatşepsut’un ölümünden sonra tarih onunla acımasız bir oyun oynadı. Üvey oğlu III. Thutmose, tahta geçtiğinde annesinin adını yazıtlardan kazıttı, heykellerini parçalattı. Bu “damnatio memoriae” — yani “anıdan silme” politikası — tarih boyunca güçlü kadınların karşılaştığı en eski sansür örneklerinden biriydi. Fakat tarihin kendisi, bazen unutmak istediklerini unutamaz. Yüzyıllar sonra arkeologlar onun mezarını bulduğunda, Hatşepsut yeniden doğdu; sessiz ama etkileyici bir dirilişle.
Bugün Hatşepsut’un hikâyesi, yalnızca antik bir kraliçenin değil, görmezden gelinen kadın liderlerin sembolüdür. Gücün, bilgelikle birleştiğinde nasıl bir uygarlığı şekillendirebileceğini gösterir. Onun adını silmeye çalışanlar başarılı olamadı; çünkü tarih, gerçekten iz bırakanları her zaman hatırlamanın bir yolunu bulur.