Bir an gelir, sessizlik çatlar usulca. Ne bir kuş sesi, ne bir fısıltı, sadece zihnin kıvrımlarında yankılanan boşluk. Düşünceler, tüy kadar hafif, renksiz bir sis gibi süzülür belleğin koridorlarında. Dokunamazsın, yakalayamazsın; sadece hissedersin varlıklarını, bir anlığına belirip kaybolan gölgeler misali.
Gözlerimi kaparım. İçimde, bildiğim tüm renklerin yitip gittiği, tüm seslerin sustuğu bir labirent oluşur. Orada, zaman bükülür, mekan erir. Ne bir başlangıç vardır, ne bir son; sadece sonsuz bir döngü, kendi içinde dönen, kendi kendini var eden bir hiçlik. Ve ben, o hiçliğin tam ortasında, varoluşun en ince ipliğine tutunmuş, bilinmeyenin nefesini solurum. Bir anlığına… Sadece bir anlığına, evrenin sırrını çözdüğümü sanırım, ta ki o sis dağılıp, dış dünyanın gürültüsü beni yeniden ele geçirene dek. Ve işte o an, bilirim ki, o derin boşlukta kaybolan tek şey ben değilim, tüm evrenin fısıltısı da oraya karışmıştır.