Home / Tarih / Gölge İmparatorluk: Bizans’ın Sessiz Direnişi

Gölge İmparatorluk: Bizans’ın Sessiz Direnişi

Tarihin tozlu sayfalarında adı sıkça anılan imparatorluklardan biri kuşkusuz Bizans’tır. Roma’nın mirasçısı olarak doğan, ancak kendi kimliğini inatla koruyan bu imparatorluk, sadece askeri ve dini yönüyle değil, bir anlamda “zamanın ruhuna direnme” biçimiyle de dikkat çeker. Bizans, batı medeniyeti çökerken bile ayakta kalabilmiş, kültürüyle, diplomasisiyle ve hatta söylenceleriyle adeta bir “gölge imparatorluk” olarak tarih sahnesinde yaşamaya devam etmiştir.

Batı Roma İmparatorluğu 476 yılında yıkıldığında dünya, “Roma bitti” diye düşündü. Oysa Roma hiçbir zaman tam olarak bitmedi; sadece Konstantinopolis’e taşındı. Doğu Roma İmparatorluğu, yani Bizans, hem Roma’nın yasalarını hem de Helenistik kültürün estetiğini bünyesinde harmanladı. Sonuçta ortaya, kendi zamanının çok ötesinde bir uygarlık çıktı. Bizans’ın 1000 yılı aşkın süren hükmü, yalnızca askeri kudretle açıklanamaz. Onların asıl gücü, esnek bir zihinle değişime ayak uydurabilmelerindeydi.

Bizans’ın tarihindeki en dikkat çekici özelliklerden biri, savaş kadar diplomasiye de önem vermesidir. Onlar, düşmanlarını sadece kılıçla değil, kelimeyle de dize getirirlerdi. Altın, evlilikler, vaatler ve entrikalar Bizans diplomasisinin temel taşlarıydı. Bu yüzden “Bizans entrikası” deyimi yüzyıllar sonra bile politik manevraların simgesi haline geldi. Ancak bu deyim haksız bir küçümseme de taşır; çünkü aslında Bizans’ın diplomatik dehası, bir uygarlığı yüzyıllarca ayakta tutan zekânın göstergesidir.

Konstantinopolis, yani bugünkü İstanbul, bu dehanın kalbiydi. Şehrin etrafını saran devasa surlar sadece taş duvarlardan ibaret değildi; inanç, strateji ve kararlılığın sembolüydü. Theodosius surları yüzyıllar boyunca sayısız kuşatmaya direndi. Arap orduları, Vikingler, Haçlılar… hepsi bu şehrin kapısına kadar geldi, ama Bizans bir şekilde hep yeniden doğdu. Her yıkılışın ardından külleri arasından yükselen bir imparatorluk gibiydi.

Bizans’ın gücünün bir diğer sırrı da bilgiye olan bağlılığıydı. Antik Yunan felsefesini, Roma hukukunu ve Hristiyan teolojisini bir arada yaşatabildiler. Kütüphaneleri, manastırları ve yazı geleneği sayesinde Avrupa karanlık çağlara gömülürken, Bizans hâlâ öğrenmeye devam ediyordu. Bugün Batı’nın Rönesans döneminde yeniden keşfettiği birçok antik eser, aslında Bizanslı bilginlerin ellerinde korunarak zamanımıza ulaştı.

Ancak her imparatorluğun bir sonu vardır. 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet’in orduları Konstantinopolis surlarını aştığında, yalnızca bir şehir değil, bin yıllık bir çağ da kapanmış oldu. Fakat Bizans gerçekten yok oldu mu? Belki de hayır. Onun izleri bugün bile İstanbul’un taşlarında, mimarisinde, hatta kelimelerinde yaşamaya devam ediyor. Ayasofya’nın kubbesine baktığında, o sessiz direnişi hâlâ hissedebilirsin.

Tarih, kazananların hikâyesi olarak anlatılır ama kaybedenlerin mirası çok daha sessiz ve kalıcıdır. Bizans, bir “kaybeden” olarak anılsa da, aslında zamana meydan okuyan bir bilgelik bıraktı ardında. Onların dünyasında güç, sadece ordularda değil; sabırda, bilgide ve inançta gizliydi.

Cevap bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir