Bazen işe yetişmek için koştururken fark ediyorum; hızlanmak ne kadar cazip olsa da dengeyi kaybettiğimde bütün günüm altüst olabiliyor. Sen de hiç böyle hissettin mi? Hayatın koşturmacasında, farkında olmadan hızlı adımlar atarken, küçük ama değerli anları kaçırabiliyoruz.
Sabah yürüyüşlerim sırasında parkta adımlarımı sayarken fark ediyorum; bazen hızla yürüyüp güne yetişmeye çalışıyorum, bazen ise yavaşlayıp etrafı izliyorum. Kuşların cıvıltısı, yaprakların hışırtısı bana, hızımı dengede tutmam gerektiğini hatırlatıyor. Her adımda, nefes alış verişimde, bir denge arayışı var. Ne çok hızlı ne çok yavaş… Tam o ritimde kalmak gerekiyor.
Arkadaşlarımla buluşurken de benzer bir his yaşıyorum. Bazen sohbeti hızlıca tüketmeye çalışıyoruz, yetişmeye çalışıyoruz; ama durup gerçekten dinlediğimiz anlarda, aramızdaki denge kuruluyor. Hız, iletişimimizi bozabiliyor ama dengeli bir ritim, ilişkilerimizi güçlendiriyor. Hız ve denge, hayatın her anında olduğu gibi, dostlukta da birbirini tamamlıyor.
Hayat bazen bir nehrin akışı gibi geliyor bana. Hızla akan sular var, bazen taşların üzerinden sıçrayıp geçiyorsun; bazen ise yavaşlamak, suyun ritmini takip etmek zorunda kalıyorsun. Ben de işe yetişmeye çalışırken, trafikte sıkışıp kaldığımda, bir an durup nefes aldığımda fark ettim ki, dengeyi bulmak hızdan daha kıymetli olabiliyor. Hız ve denge birbirine rakip değil, birbirini tamamlayan iki dost gibi. Biri olmadan diğeri eksik kalıyor.
Hayat bir yürüyüş, bir sohbet, bir nehir akışı… Hızını ve dengeni bulduğunda, her adım daha hafif, her an daha değerli. Rüzgar hızla eser, yapraklar sallanır, nehirler taşların üzerinden atlar. Ama hepsi kendi dengelerini bulduklarında güzeldir. Hayat da böyle; hız ve dengeyi bulmak, her günü anlamlı kılıyor. Bugün kendine bir an ayırıp, kendi nehrinde akmayı öğrenmeye ne dersin?
Birsen Eker







