Dünya tarihinin en gizemli ve bir o kadar da trajik olaylarından biri, Antik Çağ’ın en büyük bilgi hazinesinin yani İskenderiye Kütüphanesi’nin yok oluşudur. Mısır’ın Akdeniz kıyısındaki bu kütüphane, sadece kitapların değil; insanlığın merakının, sorgulama gücünün ve bilimsel düşüncenin sembolüydü. Bugün hâlâ tarihçiler, bu kütüphanenin nasıl ve neden yok olduğunu tartışırken; aslında onun temsil ettiği fikir, bilgiye olan sonsuz susuzluğumuzun bir yansıması olarak yaşamaya devam ediyor.
Bilgeliğin Başkenti
M.Ö. 3. yüzyılda kurulan İskenderiye, Büyük İskender’in ölümünden sonra kurulan Helenistik dünyada kültür ve bilimin merkezi haline gelmişti. Şehrin limanları tüccarlarla, sokakları filozoflarla doluydu. O dönemde hüküm süren Ptolemaios hanedanı, sadece siyasi değil, kültürel bir güç olmayı da hedefliyordu. Bu amaçla Ptolemaios I Soter, dünyanın dört bir yanından bilgi toplayacak dev bir kütüphane kurma fikrini ortaya attı.
İskenderiye Kütüphanesi, yalnızca papirüs rulolarıyla dolu bir bina değildi; aynı zamanda bir araştırma enstitüsü, bir akademiydi. İçinde matematikçiler, astronomlar, filozoflar ve tarihçiler birlikte çalışıyordu. O dönemin en büyük bilim insanlarından Öklid, Arşimet, Eratosthenes ve Hiparkhos gibi isimler burada ders verdi. Hatta bazı kaynaklara göre Eratosthenes, dünyanın çevresini ilk kez burada ölçümleyerek neredeyse doğru bir sonuca ulaşmıştı.
Bilginin Saklandığı Değil, Üretildiği Yer
Kütüphanenin en ilgi çekici yanlarından biri, yalnızca mevcut bilgiyi saklamakla kalmamasıydı. Burada bilgi yeniden üretiliyor, sorgulanıyor ve geliştiriliyordu. Limana yanaşan her geminin kütüphaneye kayıt yaptırması zorunluydu. Mürettebatın elindeki kitaplar geçici olarak alınır, kopyalanır ve orijinalleri bazen kütüphanede kalırdı. Bu uygulama, zamanla on binlerce eserin bir araya gelmesini sağladı. Tahminlere göre kütüphanede 400.000 ila 700.000 arası papirüs rulosu bulunuyordu — bu da Antik Çağ’daki en büyük bilgi koleksiyonlarından biriydi.
Yıkımın Gölgesinde
Ne yazık ki, insanlığın en değerli hazinesi birkaç yüzyıl içinde kül oldu. Kütüphanenin nasıl yok olduğu konusunda tarihçiler arasında birçok farklı görüş var. En çok kabul gören anlatıya göre ilk büyük yıkım, M.Ö. 48’de Julius Caesar’ın İskenderiye kuşatması sırasında yaşandı. Caesar’ın gemileri limanda yanarken, ateş kısa sürede kütüphaneye sıçradı. O yangında binlerce el yazması kül oldu.
Ancak bazı tarihçilere göre asıl yıkım bu değildi. Çünkü kütüphane sonrasında yeniden toparlandı, hatta farklı binalara taşındı. Son darbeyi ise muhtemelen M.S. 391’de Hristiyan Roma İmparatoru Theodosius’un pagan tapınaklarını kapatma emriyle aldı. Kütüphane, “pagan bilgeliğinin” bir sembolü olarak görülmüş ve yakılmıştı. Bu olay, insanlık tarihindeki en büyük kültürel kayıplardan biri olarak anılır.
Yok Oluşun Ardında Yatan Sembolizm
İskenderiye Kütüphanesi’nin yanışı, yalnızca bir bina ya da kitapların yok olması değildi. Bu olay, insanlığın bilgiye karşı olan çelişkili tutumunu simgeliyordu. Bir yanda merak ve keşif arzusu, diğer yanda korku ve kontrol isteği… Tarih boyunca birçok bilgi merkezi aynı akıbeti paylaştı. Ancak İskenderiye’nin kaybı, bunların arasında en dramatik olanıdır çünkü burada yok olan sadece bilgi değil, bilgelik kültürünün kendisiydi.
Küllerinden Yeniden Doğan Bir Miras
Bugün İskenderiye’nin aynı noktasında modern bir yapı yükseliyor: Bibliotheca Alexandrina. 2002 yılında açılan bu çağdaş kütüphane, eski kütüphaneye bir saygı duruşu niteliğinde tasarlandı. Binanın devasa dairesel formu, güneş diski gibi denize doğru yükseliyor ve bilgiye açılan bir sembol olarak yorumlanıyor. İçinde milyonlarca kitap, dijital arşivler, müzeler ve araştırma merkezleri bulunuyor.
Yeni İskenderiye Kütüphanesi’nin misyonu, antik selefinin vizyonunu sürdürmek: Bilgiyi korumak, paylaşmak ve evrenselleştirmek. Bugün dijital çağın getirdiği hızlı bilgi akışı sayesinde, bir bakıma hepimiz kendi çağımızın İskenderiye kütüphanecileriyiz. Artık bilgiye ulaşmak bir tık kadar kolay, ama onu anlamak, doğrulamak ve geliştirmek hâlâ insanın en büyük görevi.
Sonuç: Bilgi Küllerinden Doğar
İskenderiye Kütüphanesi’nin hikâyesi bize şunu hatırlatıyor: Bilgi yok edilemez, sadece şekil değiştirir. Papirüsler yanar, taşlar yıkılır; ama fikirler bir şekilde var olmaya devam eder. İnsanlık tarihinin her döneminde, bilgiye inanan birileri küller arasından yeniden doğar.
Bugün elimizde tuttuğumuz her kitap, açtığımız her web sayfası, yazılan her bilimsel makale — belki de bir zamanlar İskenderiye’nin duvarlarında yankılanan o merakın devamıdır. Kütüphane yandı, evet. Ama insanlığın öğrenme arzusu, asla sönmedi.







